Ekonomi Notları 5 - Büyüme Tahmini % 1

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Aramızda epey bir saat farkı var, sen Washington’dasın değil mi? Saat de sabaha karşı 2’yi 10 geçiyor galiba? Programcılarımızın feragat düzeyi insanı delirtebilir. Oralardan nasıl görünüyor dünya ve Türkiye?

 

Hasan Ersel: Önce dünya ekonomisi ile ilgili bekleyişlere değinmek istiyorum. Çünkü burada bir uluslararası bankalar birliği diyebileceğimiz Uluslararası Finans Enstitüsü’nün ilkbahar toplantısı için buradayım ve burada bu konu tartışıldı. 2002 yılı birkaç ay önce pek fazla gelişme olmaz diye korkulan bir yıldı, fakat oldukça ciddi bazı değişiklikler var arada. Bunlardan bir tanesi Amerikan ekonomisi, girdiği daralma sürecini çok çabuk atlatarak tekrardan hızlı büyümeye geçiyor. 2001 yılında sadece 1.2 büyüyen Amerika’nın 2002 yılındaki büyüme hızı % 2.4 civarında tahmin ediliyor ki büyüme hızını iki katına çıkartmış oluyor. Bu çok önemli bir şey, çünkü Amerika’nın dinamizmi Avrupa’yı da etkileyebilir. Böyle olumlu bir durum var. Olumsuz olan, Japonya. Japonya’nın yine daralacağı tahmin ediliyor Gelişmekte olan ülkelere bakıldığı zaman onların da hızlıca büyüyecekleri anlaşılıyor. Ama Türkiye’ye baktığınız zaman, bu yıl da pek büyüyemeyecek bir ülke.

 

ÖM: Büyüme üzerinde adamakıllı durmuştuk, bunun çözümleri ne olabilir diye.

 

HE: O yüzden de gelişmekte olan ülkelerin Avrupa grubundaki büyüme düşük çıkıyor. Bu ülkeler grubu için büyüme hızının yüzde 1.9 olacağı tahmin ediliyor. Bunun da nedeni Türkiye büyüme hızının düşük olacağı beklentisi… Uluslararası Finans Enstitüsü Türkiye'nin büyüme hızını % 1  olarak öngörüyor.

 

Dünyada gözlenen ikinci olumlu hareket ise gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketlerindeki artış.  Geçen sene sermaye akımlarında önemli daralma vardı. Ama bu büyük ölçüde Türkiye ve Arjantin'den kaynaklanıyordu.Bu ülkelerden sermaye çıkışı olmuştu. Bu sene epeyce yükseleceği tahmin ediliyor, gelişmekte olan ülkelere aşağı yukarı 176 milyar dolarlık para gireceği tahmin ediliyor, bunun 159 milyar doları özel kaynaklar olacağı tahmin ediliyor ve bunun da 117 milyar dolarlık kısmı da doğrudan yatırım şeklinde oluyor. Bu bence çok önemli bir olay.

 

ÖM: Büyük de bir rakam değil mi?

 

HE: Çok büyük bir rakam. Mesela geçen yıl, bu miktar toplam 147 milyar dolardı bu yıl 176 milyar dolara çıkıyor. Ama, göreceğiz, daha önce de konuştuk, Türkiye bu yıl da sermaye hareketlerinden ciddi pay alamayacak. Özellikle doğrudan yatırım pek gelmiyor. Türkiye’nin bütün işlerini, doğrudan yatırımı çekecek şekilde, borç almak yerine ortak bir şeyler yapmak şekline dönüştürmesi lazım. Bu özellikle Sayın Derviş’in haklı olarak üzerinde durduğu bir konu ama bu yıl da pek olacağını sanmıyorum, inşallah bundan sonraki yıllarda olur.

 

Dünya ekonomisinde biraz olumlu gelişmeler var.  Ama olumsuzluğun sürdüğü ülkeler de var. Bunlardan ilki Japonya, ikincisi de Arjantin. Arjantin burada tartışılamadı, çünkü Arjantin’in Merkez Bankası Başkanı Mario Blejer konuşacaktı.  Konuşma yapacağı günün sabahında maliye bakanının istifasına yol açan karışıklıklar nedeniyle acele ülkesine geri dönmek zorunda kaldığından konuşma yapmaya gelemedi. Arjantin konusu sessizlik içinde geçiliyor. Ne olacak diye herkes birbirine bakıyor. Teknik olarak da bakıldığında ülkeye aslında hiçbir şey olmaması lazım ama, işler öyle yürümüyor. Ülke bir türlü toparlanamıyor.

 

Türkiye’ye gelince… Tahmin edeceğiniz üzere bu toplantı boyu ve sonrasındaki temaslarmın odak noktası Türkiye oldu. Türkiye'ye olumlu bakılıyor. Türkiye için “bu işin içinde çıktı” demiyor hiç kimse, fakat “çok başarılı işler yaptı” deniyor. Yalnız orada da bir ilginç sorun var. Konuştuğum hemen herkes gerçekleşmeleri ve bunlardan duyulan iyimserliği tek bir kişinin varlığına bağlıyorlar. O da Sayın Kemal Derviş.  Bu açıdan Brezilya'ya benzetiliyoruz. Orada da güvenilen tek isim Maliye bakanı Dr. Pedro Malan. Brezilya’da işler biraz daha iyi oturmuş görünüyor. Çünkü Türkiye'ye oranla daha uzun bir süredir ciddi bir program uygulaması var. Ama herkesin kaygısı Brezilya seçimleri. “Şimdi seçim var, Malan giderse ne olur?” diye soruluyor. Kendisi geldi bir konuşma yaptı, harika bir konuşmaydı. Onunla karşılaştırılabilir kalitede olan, hangisi daha iyi diye tartışabileceğimiz ikinci konuşmayı da Kemal Derviş yaptı. Doğrusu ben olumlu etkilerini hem salonda hem de ertesi gün ziyaret ettiğim bankalarda gördüm.

 

Özetle Türkiye ile ilgili olumlu bir hava var, fakat Türkiye için “köşeyi döndü” diye bakmıyorlar, “durumu toparladı, özellikle iç borç meselesini galiba hallediyor gibi, bu sene de iş yürürse ondan sonra olur” diye düşünülüyor. Sunuşlarda da bunun üzerine gidildi. Daha önce de söylediğim gibi büyüme konusunda uluslararası örgütlerin, Uluslararası Finans Enstitüsü’nün tahmini de konuştuklarımıza paralel. “%1’lik büyüme, acaba bir sosyal sıkıntı yaratır mı yaratmaz mı?” gibi tartışmalar var.

 

Tabii bir başka konu da Türkiye-AB ilişkileri. Bu konuda da bir hafta önce bir toplantı vardı (18-19 Nisan 2002)

 

ÖM: Floransa’da değil mi?

 

HE: Evet, bu toplantı doğrudan doğruya Türkiye üzerine idi. Toplantıda Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz bir sunum yaptı. Bu sunumu dinleyince bana öyle geldi ki AB’nin sorunları ile Türkiye’nin resmi söylemindeki sorunları pek örtüşmüyor. Onlar başka şeylerden bahsediyor, bizde ağırlık verilen noktalar farklı gibi…

 

ÖM: Yani Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’ın genel söylemi AB çerçevesinde bağlam dışı kalıyor öyle mi?

 

HE: Bana öyle geldi. Mânâsız bir konuşma yaptı anlamında söylemiyorum. Hazırlanmış bir metin üzerinden konuştu, o metinde tutarlı bir çerçeve var, fakat o çerçeve bir gün sonraki tartışmalarda ortaya çıkan manzaradan çok daha farklı bir yerde… Avrupa’da daha çok ortak işler arayışları var. İşleri çözebilmenin ve beraberce gidebilmenin arayışları var. Bir çok ülke açısından sorun olmayan şeyler Türkiye’de sorun. Mesela, insan hakları ve benzer konularda, aday ülkelerde herhangi bir anlaşmazlık konusu yok. Bu konu konuşulmuyor bile. Sorun diğer alanlarda örneğin tarımda nasıl uyum sağlayacağız gibi…Türkiye ise daha buralarda takılmış görünüyor.

 

İkinci günkü toplantıda, benim Türkiye ekonomisi ile ilgili bir sunumum vardı, onun arkasından London School of Economics profesörlerinden Lord William Wallace Kıbrıs sorunu üzerine bir tebliğ sundu. Bence son derece ilginçti. Özeti şu: Kıbrıs böyle bir olaydır diye kısaca söyledikten sonra, çözülürse beş tarafa da yardım eder, yani Kıbrıs Rum kesimi, Kıbrıs Türk kesimi, Yunanistan, Türkiye ve AB. Hepsi için iyi olur. Çözülmezse hepsi için kötü olur, en kötü Türkiye için olur… Çok güzel bir çerçevede anlattı bunu. Tartışmalar bunun üzerine idi ve tartışmaya katılan Kıbrıs Rum kesiminden bir profesör vardı, çok aklı başında bir zattı. Savunduğu görüş, ortadaki sorunları beraberce çözeriz, geçmişteki hatalar da tekrarlanmaz, biçiminde… Bu tutum benimsenince Kıbrıs Türk kesimi anlaşmaya yanaşmamyan veya geç kalan taraf gibi görünüyor. “Rauf Denktaş'ın işi uzatmakta kişisel siyasal konumu açısından çıkarı var, oysa Klerides'in yok,” diyorlar. Klerides’in siyasal geleceği yok. Ama tarihe adaya uzlaşmayı getiren kişi olarak geçebilir. Bu nedenle Klerides uzlaşma isteğinde samimi diyorlar.

 

ÖM: Bütün politikacıların temel ihtiras konusu olan, tarihe başarılı bir iz bırakmış olmak, yani.

 

HE: Bana ilginç gelen tamamen bundan sonra nasıl bir düzen kurulur, neyi yapabiliriz gibi konusunda olumlu, yapıcı öneriler sunmaya dayanılması oldu. Bunların hepsi kabul edilebilir nitelikteir anlamında söylemiyorum, o ayrı mesele… Ama yaklaşım bunun üzerine inşa edilmişti. Yunanlıların da tavırları olumlu idi, hepsinin Türk-Yunan ilişkilerine bakışı pozitifti. Kıbrıs meselesinde de, Türkiye tarafından bir olumlu adım olursa iş çözülür diye bekliyorlar.

 

Bunun ötesinde, Türkiye’nin AT' uyum sürecinin kısa, birkaç yılda olacak bir olay diye algılanması çok gerçek dışı…Bu on yıllarla ölçülecek bir şey.

 

ÖM: AB’ye tam üyelik, on yıllarla ölçülecek bir süreç diyorsun?

 

HE: Bana öyle geliyor. Bunun sonucunda bizim bahsettiğimiz süreç böyle. Çünkü Türkiye “tarih verin” diye baskı yapıyor ya, ters olan nokta o işte. Onlar da “neyin tarihini verelim?” havasındalar. “Çok temel noktalarda daha problem varken, biz tarih verirsek gerçek dışı bir şey olacak. Yanlış yapmış olacağız, yanıltmış olacağız. Oysa bu meseleler  temizlensin, ondan sonra tarih de verilebilir.” Ama Türkiye hükümeti önce tarih istiyor, yani olayı tam yapmadan tarih istiyor gibi çok temel bir farklılık var.

 

ÖM: “Avrupa’ya Doğru” programlarımızda Cengiz Aktar’la beraber senelerden beri işlediğimiz konu, bunun uzun vadeli bir mesele ve esas odak noktasının da Kopenhag kriterleri başta olmak üzere, temel reformların yapılması, insan hakları, siyaset gibi.

 

HE: Kritik olan nokta da Kopenhag kriterleri, o kriterlerin iktisadi olmayanları. İktisadi olanları da tabii ciddi sorun ama daha oraya varamadık ki…Ötekileri halletmek lazım. Çünkü bu durum Türkiye'yi diğer aday ülkelerden, olumsuz yönde, ayırt eden bir nokta. 

 

ÖM: O yüzden daha uzun vadeli bir şey bu. Türkiye’de de bu sıralarda tartışılıyor zaten AB meselesi de.

 

Şerif Erol: Genelkurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu da 23 Nisan vesilesi ile verilen resepsiyonda, “ordu, AB’ne girilsin mi girilmesin mi tartışmasını yapmaz, tabi girilmesi lazım” diyor ama, bu arada anadilde yayın ve eğitim konusundaki sorulara cevap vermemiş. “AB’ne giriyor diye herşeyi kenara bırakmayalım, laikliği ve Türkiye’nin üniter yapısını ihmal etmeyelim” demiş.

 

HE: Bu noktayı, Sayın Mesut Yılmaz da bir soru üzerine vurguladı, “Türk ordusu ile ilgili siyasi süreçte bir sorun var mı?” sorusuna, bence o da doğru cevap verdi “hayır, bunca zamandır politik hayatın içerisindeyim, bir sorun yok, Türk ordusu bu iki noktada haklı olarak hassastır. Onun dışında siyasi hayata karışmaz, bunu doğal karşılamak lazım” dedi.  Bu arada, Kopenhag kriterlerinin kabulü bunları bozuyor mu? diye bir sorun var. Ona iyi bakmak lazım, AB bütünlüğü içinde olaya bakmak lazım. Orada görüş farklılıkları olabilir, yani Avrupalılar da “Türkiye’nin bütünlüğünü bozalım” gibi bir kaygıları olduğunu sanmıyorum. Tam tersi.

 

ÖM: Amerika’dan durum böyle görünüyor demek ki, iyi geceler, iyi uykular...

(25 Nisan 2002’de Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)